Hayallerin de öfkenin de büyüğü, dile vurur. Hayalin enginliği de öfkenin dipsizliği de dile nefes aldırır, onu baştan yaratır, kalplere nüfus ettirir.
Hayallerimiz ve öfkemiz, kelamlarımızın sanatçılarıdır.
Durukan Dudu - Yeşil Gazete
O sanat “anının” coşkunluğunun yarattığı enerjiyi sonradan derleyip toparlamak, akla düşer. Bir ehlileştirme süreci değildir bu, kelamın hayal ve öfkeyle saçılan sonsuz hazinesini bütüncül bir algoritmayla envantere geçirmektir.
Algoritmik akıl, kelamlarımızın zanaatkarıdır.
Sanat, ayık ve coşkusuz zanaatı ayağa kaldırır. Zanaat, sarhoş ve coşkulu sanatın koluna girer, ayakta tutar.
Hayallerin önden çektiği ve öfkelerin de arkadan ittirdiği kırsala dönüş kelamlarındaki temel eksik, meselenin zanaat kısmı. En iyi ihtimalle doğru soruları sormuyor, ekseriyetle üstüne bir de yanlış soruları soruyorsun. Algoritma ya eksik, ya yanlış. Şu da olabilir, bulduğun cevapların gereğini yapmıyor, öksüz bırakıyorsundur onları.
Öte yandan, oldukça da iyi bir sanatçısın vesselam. Kırsala dönüş (veya interrail’e çıkmak, veya arkadaşlarla bar işletmek, veya Uruguay’a göç etmek, veya geçen gün gördüğün şu derneğe gönüllü olmak) muhabbetlerini en fazla, en yaratıcı ve en keyifli yapan sensin bariz.
Ve devamını getirme konusunda en fecaat da sensin. “Çok gazız n’apalım” diyip sıyrılamazsın; “gaz” olmak (kelamın sanat kısmı) çok önemli bir varlıktır, nimettir, şanstır. Böylesine güçlü bacaklara sahipken yola çıkmak (“yola çıkmak”: hayallere doğru bütüncül, akılcı ve coşkulu şekilde harekete geçmek) için en azından ayağa kalkmak, toplumsal ve bencil sorumluluğundur. Yola çıkmamak, boyun eğmektir. Boyun eğmemek, karakterini ve özsaygını güzel güzel okşayan karizmatik bir kelam, çok güzel bir niyet. Öyle ki, gereği olan sanat ve zanaatı buluşturmadığı sürece sadece bir niyet.
Ve güçlü niyetler, birer mayadır. Emelle buluşup amel’e geçmek için en azından yoğrulmadığı sürece küflenir içinde bir yerlerde, çürür. Çürürken seni de çürütür.
Sözün özü: Kelamının sanatı varsa, zanaatını da koyacaksın yanına. Bu sayede coşkun niyetin, anlamlı ve tasarlanabilir bir emele dönüşecek. Ve ardından amelini koyacaksın ortaya.
Bu zincirin başındaki ilk eksik, zanaat. Oradan başlayalım.
Zanaatın ilk gereksinimi, algoritmik bir akıl. Usta, önündeki nesneyi nasıl kullanabileceğini hayal ettikten sonra, o hayal ettiğine şimdi nasıl bir şekil ve yöntemle ulaşabileceğini planlar. Ustanın yıllar sonunda ulaştığı bir “plansız planlılık” hali de vardır, ama sen o noktada değilsin, henüz ve şanslıysan bir süre daha, o kadar şanslı değilsen hiç bir zaman olmayacaksın da. O yüzden plansız planlılığın peşinden koşarsan asla ve kat’a yetişemeyeceğin, anca onu unutup kendini sanat ve zanaatına vakfettiğinde yanına gelecek bi’ kedicik falan olduğunu düşün şimdilik, devam edelim.
Niyetini bağıra çağıra ve güzel kafayla haykıran sarhoş hayallerini (kelamının sanatı) ayakta tutacak, onun anlaşılmaz ama güçlü dizelerini anlaşılır ve güçlü çerçevelere çevirecek zanaat için ihtiyaç duyduğun zımbırtı algoritmik akıldır, dedik. Algoritmayı sen başlatacaksın. Ve hele bir de kendinle dalga geçmeyi becerebilen bir insansan, zamanla kolektif bir mükemmelleşme döngüsüne girecek o algoritma, oturacak, özgünleşecek. Açık kod/özgür yazılımlar gibi, birbirinden öğrenecek. Ama her algoritma gibi onun da başlangıç veri ve formüllerine ihtiyacı olacak.
Ve şu var: Bu denli algoritmik akla ve planlamaya dayalı işler yapmak, bizler gibi idealistlere, su-yolunu-bulur’culara yakışmıyor, diye düşünüyor olabilirsin. Tam tersi: Tahakküm ve cendere algoritmasını hızla ve maharetle mükemmelleştiren bugün distopyasında, kusursuz algoritmalar yaratmak ve yaşamak için çabalamaktan ve o kusursuz algoritmaya hiç bir zaman ulaşamayacağın farkındalığından vazgeçme lüksün yok.
Sözlük aşağıda. Uzun olduğu için ikiye böldüm, geri kalanı önümüzdeki günlerde yayında olacak. Tüm bu önermelerin, 1001 kişinin hayatımda bıraktığı izlerle oluşmuş ve safi beni bağlayan yorumlar olduğunu söylememe gerek yoksa da, söyledim gitti.
Açık (grup): Grubun/oluşumun, grup dışından yeni katılımlara “öznel şartsız” açık olması halidir. Toplantı yaptığın salonun kapısının açık olması ve üzerinde de “Biz de şunu konuşuyoruz, isterseniz gelin =)” yazması, gibi. Grubun/oluşumun özellikle başlangıç evrelerinde, çok iyi tasarlandığı ve çok şanslı olunan istisnalar hariç, çekirdeğin oluşumunu zorlaştırır, katılımcılığı engeller, grubun başlangıç varlığını tüketir. Özellikle kırsala dönüş modellemelerinde önerilmez.
Anlamlandırma (ihtiyacı): Kişinin yaptığı iş başta olmak üzere içinde bulunduğu bütün-yapı içinde ödediği bedeller (emek, yorgunluk, zaman, keyiften/karakterden ödün, vb.) için kendini ikna edici gerekçe ve meşruiyetler çıkarsama arayışı. Bu arayışın temelinde, ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşamı bireyin arzuladığı doğrultuda ve birey tarafından somut olarak gözlemlenebilir biçimde dönüştürmek/iyileştirmek ve bu dönüşümün/iyileşmenin etki alanındaki insan topluluğu/sosyal çevre/cemaat/kolektif tarafından farkına varılması ve onaylanması ihtiyacı yatar. Bu anlamda, Marx’ın “yabancılaşma” kavramıyla asimetrik göbeğinden kardeştir.
Bedel-ödül dengesi: İki varsayım üzerine kuruludur: 1) Hayatta alınan her karar ve gerçekleştirilen her eyleyişin bedelleri (kişinin karşılamak istemediği sıkıntı, zorluk ve kısıtlamalar) ve ödülleri (kişinin yaşamak istediği durum ve oluşlar) vardır. 2) Herhangi bir karar veya eyleyiş önerisi için, o karar veya eyleyişin her türlü bedel ve ödülün dengesini tartmak doğru ve mümkün değildir. Bu iki varsayımdan şu sonuca varılır: “Doğru” karar/eyleyiş, sonucunda ortaya çıkacağını sandığın bedelleri anlamlandırabildiğin (bkz: anlamlandırma ihtiyacı) ve karşılamaya hazır olduğun, sonucunda elde edeceğin ödülleri de içten arzuladığın karar/eyleyiştir. Bu anlamda, “doğru” karar, kişinin bedel ve ödül algısına göre şekillenir. “Yol”un oldukça ileri bir noktasında, aynı iyi ve kötünün yok olması gibi, bedel ve ödül ayrımı da silikleşir, birbirinden ayırt edilemez hale gelir. Galiba.
Bel bağlamak: Yapılan bir “master plan”da bir kişi, olasılık, fikir veya girişimin “olmazsa olmaz” olarak tanımlanmasıdır. Bel bağlanan grup ve/veya olasılıkların sayısı arttıkça, bunlardan bir veya daha fazlasının cortlamasına bağlı olarak master planın başarısızlığa uğrama ihtimali de yükselir. Bel bağlamadan da olmaz, belirsizliklerle dolu yaşamın içinde geleceğe yönelik en ufak projeksiyonlar bile, bazı değişkenlerin sabit kalacağı varsayımı üzerinden yapılmak zorundadır. Karar alma sürecinde mahirleştikçe, kademeli bel bağlama planlamaları yapmaya başlanabiliyor, böylelikle bel bağlamanın olası riskleri azaltılabilir.
Bütüncül yaklaşım: Herhangi bir sorunu, durumu veya olguyu, var olan tüm katmanlarıyla birlikte ve diğer bütünlerle birlikte ele almak. Bunun için “şeyler” arasındaki bağ ve örüntüleri görebilmek gerekir. Burada amaç yine, tam bütüncüllüğü yakalamaya çalışmaktır, bunun hiç bir zaman gerçekleşmeyeceğini unutmadan. Sistem düşüncesiyle (system thinking) baktığımızda, bütüncül yaklaşımın temel varsayımının “şey” diye bir şey olmadığını, çünkü her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu ve dolayısıyla parçalara ayrılamayacağını görürüz. İnsan zihni bütünle başa çıkamaz, çünkü “bütün” çok büyük ve komplekstir. O yüzden bunu parçalara ayırıp etiketler, isimler koyar. Misal, bir manzaraya baktığımızda ağaçlar, bulutlar, kuşlar, tepeler görürüz. Halbuki tek bir bütün vardır aslında gözümüzün önünde (ve ardında), ağacı tepeden ayıran sınırı çizen zihnimizdir.
Çekirdek (grup): En basit tanımıyla, birbirine bel bağlama kararı alan insanlar topluluğu. Çekirdeğin ikinci özelliği de parçalarına ayrılamaz yapıda olmasıdır: Gruplaşma, kibarlık karışmadığı sürece şahane bi’ şeydir, evet. Ve ama çekirdek, gruplaşmanın olmadığı yerdir.
Comments