top of page
Ara

Dünyayı yemek yiyerek kurtarmak [1]

Güncelleme tarihi: 5 Ağu 2020

Durukan Dudu - Yeşil Gazete


Önsöz: Kırsala Dönüş yazı dizim yavaş da olsa (hayat zor!) devam ederken, 2 yazılık bir mini yazı dizisiyle karşınızdayım. Kırsal meselesiyle de doğrudan ilintili bir sezon arası bonus bölümü olarak da düşünülebilir bu yazı. İlki bugün yayında, ikincisi ise yarın yayında olacak. Burada ele aldığım konuların giderek daha fazla insan tarafından, daha katılımcı ve sağlıklı biçimde tartışılmasıdır, muradım.



”Yediklerimizin nereden geldiğini, nasıl üretildiğini sorgulayan bir kitabı bundan 75 yıl önce kimseye okutamazdım” diyor akademisyen-yazar Michael Pollan1 bir konuşmasında. ”Bugün ise en çok satanlar listesine girebiliyorsunuz”.


Pollan’ın bu sözleri, gıda meselesinin giderek artan bir hızda politikleşmesinin; hem ulusal, hem de küresel gündeme demirbaş mahiyetinde girmişliğinin de bir yansıması.


Bugün artık çok tartışılan ve yarın bundan da çok tartışılacağı kesin olan ”gıda” konusu son derece karmaşık, bir o kadar da basit. Karmaşık, çünkü misal ”Haydi organik sertifikalı gıda o halde!” diye kestirip atmak ya da ”Devletin köylümüze destek olması lazım tabi…” beylik cümleleri güzel ama yetersiz, hatta bazı durumlarda anlamsız kaçabiliyor. Basit çünkü insanın en kadim ilişkisi, gıdasıyla kurduğu ilişki – ve her insanın isteği de, ihtiyacı da hemen hemen aynı: Lezzetli, doyurucu, bol, sağlıklı, keyifli, mutlu gıdaya kendisi ve yakınları için ulaşabilmek


Geçtiğimiz Ekim ayında İstanbul’da Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin ev sahipliğinde IFOAM2 tarafından 18.si düzenlenen Dünya Organik Kongresi, meseleyi enine boyuna tartışmak için güzel bir fırsat yarattı. Kongre tüm soruları tek başına etraflıca ele almadı, süre ve kapsam anlamında alamazdı da; özel odağı organik tarım, temel amacı da aktörlerin bir araya gelmesiydi. Ve ama, bunların ötesinde de kendisinden beklentimizi yerine getirdi: Gıda konusu etrafında kamusal tartışmaların güçlenerek büyümesi, hararetlenmesi için vesile oldu.


Bu tartışmalara geçmeden önce iki hatırlatmada bulunayım: Bir, sorduğumuz sorular, aslında birbirinden ayrılamaz bir bütündür, ”kolektif bir gelecek tahayyülü”nü gıdaya farklı pencerelerden ve açılardan bakarak oluşturma serüvenidir. İki, dünyanın en anahtar konumdaki meselesi olan gıdanın etrafında şekillenen tartışmaların tamamını bu yazıya sığdırmak olası değil ama en azından başlıkları ortaya koyarak çerçeveyi oturtmak, bir de üstüne Türkiye’de ve/veya dünyada görece yeni ve bir o kadar da heyecan uyandırıcı bakış açılarını paylaşmak mümkün olsa gerek.


Ve korkarak sordu: Yediğim sağlıklı mı?”


Gıda etrafında temellenen tartışmaların topluma en fazla mal olanı, gıdanın sağlık boyutu. Çikolatanın, yumurtanın ya da kırmızı etin, ”İsviçreli bilimadamları” sağolsunlar, gazetelerin ”Sağlıklı bir yaşam için şart!” ile ”Hayatta kalmak için bunlardan uzak durun” listelerinde yılda birer defa boy göstermeleriyle ete-kemiğe bürünen, toplumda sağlık sorunları arttıkça derinleşen, organik pazarların açtığı kulvarla yeni bir boyut kazanan kaygılar, gıdanın politikleşmesi sürecinde de başat oldu. Türkiye gibi toplumun neredeyse tamamının tarım ve köy temalı anılarının canlı olduğu bir ülkede, gıda meselesi her türlü ”otoriteye” (devlet, uzmanlar, doktorlar, gıda mühendisleri ve hatta bazen STK’lar) güvensizliğin baskın olduğu bir konu. Diğer bir deyişle, genelde otorite-sever olduğunu söyleyebileceğimiz Türkiye toplumu, gıda konusunda oldukça anarşist. Uzmanların burun kıvırdığı ”kulaktan dolma bilgiler”, yatay biçemlerde paylaşılıyor. Denetimlerin iyi yapıldığına, kurumlar tarafından söylenenlerin, etiketlerde yazanların, uzmanların söylediklerinin doğruluğuna pek inanılmıyor.


GDO’lar konusunda doğru bilgiye sahip olma oranının %82, bunlar arasında GDO’lara karşı olanların oranının ise %79 olduğu, bakanlığın GDO denetimlerini etkin ve yeterli yapmadığını düşünenlerin %73’lere ulaştığı bir ülke burası3.


Gıda konusunda büyük ve merkezi kurumlara olan güvensizliğin simetrik yakasında küçük ölçekli üreticilere, ”doğal” olana, yerel tohumla yerelde ve köylü arketipine uyan, pastoral bir ortamda üretilen gıdaya, içine kimya başta olmak üzere pek teknoloji bulaşmamış olduğu varsayılana duyulan içgüdüsel ve romantik bir yönelim var – Kalkınmacı, teknolojiye-imancı paradigma, gıda tüketiminde baskın değil, hatta istenmiyor. Bu yönelimin doğru kabul ettiği varsayımlardan bazılarının ”artık” pek de doğru olmayışı ve/veya istismara açık olması4 bazı sıkıntılar yaratsa da, sağlıklı, besleyici ve kaliteli gıdanın ne olduğu veya nasıl olabileceği konusunda iyi bir temel algı var.


Ve en önemlisi de bu temel yönelim, ”Cebimizdeki parayı nereye harcadığımız politik bir eylemdir” farkındalığı yaygınlaştıkça kolektif bir gelecek tahayyülünün gerçekleşmesi için en güçlü kaldıraç haline geliyor.


Yapmamız gereken, yukarıda özetlenen temel algının daha da tutarlı ve güçlü temellere oturmasını sağlayacak tartışmaları başlatmak, sürdürmek ve kolaylaştırmak.


Sağlıklı toprak, sağlıklı besin demek. Fotoğraf: Savory Enstitüsü


Gıdanın üretimi sürecinde özellikle iki temel bileşenin çok-boyutlu önemini merkeze oturtmamız gerekiyor: Toprak ve ”mikrobiyota“. Bu iki kavramın gerçekte ne olduğunu daha yeni yeni öğreniyoruz ve öğrendiklerimiz eski doğrularımızla ya da temel varsayımlarımızla pek örtüşmeyebiliyor.5 Temelde, ”ne yiyorsak oyuz” gerçeği tarımda da geçerli. Geçen yüzyıldan ABD’li akademisyen William Albrecth gıdayı ”Toprağın veriminin ürüne dönüştürülmüş hali” olarak tanımlıyor. Yeni toprak paradigmasının bir başka öncüsü Andre Voisin ise ”Soil, Grass, Cancer” kitabında durumu ”Herhangi bir hücre, içinde bulunduğu çevrenin biyokimyasal fotoğrafıdır” cümlesiyle özetliyor.


Bütün bunların anlamı şu: Yediğimiz gıdanın kalitesini, doyuruculuğunu, gerçekliğini, besin değerini ve sağlıklı olup olmadığını anlamamız için bakmamız gereken yer, yetiştiği toprağın sağlığı. Ve bu noktada tarım zehiri ve sentetik gübrenin kullanılmıyor olması çok önemli, evet. Ama yeni toprak paradigmasında yaşamı (ve yani gıdayı) yeniden yaratmak için bunun ötesinde de yapılabilecek, yapılması gereken çok şey var. Derya deniz enginlikte, derin olduğu kadar keyifli ve özgürleştirici yeni bir dünya bu – ”Onarıcı Tarım” adında bir de paha-biçilemez armağanı da var bize. Sürdürülebilirliğin ötesi.

Oraya da gideceğiz.


Yediğimi kim üretecek?”


Gıda, son derece politik bir mesele dedik – meselelerin en politik olanı belki de. “Ne yiyorsak oyuz”un metafor-ötesi biyokimyasal gerçekliğini içselleştirdiğimiz zaman, ”yediğimi kim üretecek?” sorusu da ”Beni kim ben edecek/yeniden-üretecek?” haline geliyor.


Bu noktada tartışma, ”şirketler – aile çiftlikleri/köylüler” ikiliğinde yürüyor. ”Şirketler” cephesinde gıda üretiminin de aynı diğer meta üretim süreçleri gibi 1) standardize edilmesi, 2) ölçek ekonomisi uyarınca büyümesi, ve 3) uzmanlaşmanın sağlanması gerektiği argümanları var. Diğer cenahta ise 1) ”gerçek gıda” kavramına, 2) geleneksel/kadim bilginin ve kırsal kültürün korunması gerekliliğine ve 3) ”şirketler bencil oldukları için kaynakları tüketecek, çevreyi iyice mahvedecekler” varsayımına ve bununla bağlantılı olarak, nispeten de yeni yeni 4) bilgi alma özgürlüğü6, şeffaflık, adem-i merkeziyetçilik, demokrasi ve gıda özgürlüğü kavramlarına atıf yapılıyor.


Bu tartışmanın Avrupa Birliği veya devletlerin iç yapılarında, yani erk merkezlerinde nasıl değerlendirildiği de ayrı bir tartışma konusu: Üyesi olduğum Kırsal Kalkınma Girişimi7 ’nin son toplantısındaki hararetli tartışmalardan biri ”Türkiye Devleti’nin aile çiftçiliğini öldürüp işletme-tipi üretimi baskın kılmak” için ne kadar kararlı ve sistematik bir politika izlediği üzerineydi.


Kompost çayı gibi biyolojik süreçler de onarıcı tarımın parçalarından. Bu fotoğraf, Savory Enstitüsü’nün Meksika’daki gözelerinden birinden. Foto: Marta hernandez de pedraza


İster politikalarda kararsızlık/yalpalanma deyin, isterseniz ”bizzat sinsi yok etme politikalarının bir parçası!”, tarımda ”modernleşmenin” önemli savunucularından FAO8’nun önerisiyle 2014 yılının Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından Uluslararası Aile Çiftçiliği Yılı ilan edilmiş olmasında da kendini gösteriyor bu durum.


Aile çiftçiliğini savunanları sevindiren bir gelişme oldu bu – ama baştan dedik, mesele karmaşık: Aile çiftçiliğinin ”korunması gereken, gerçek dünya dinamiklerinde tek başına hayatta kalma gücü olmayan” bir kavram olduğunu kabul etmek anlamına da gelmiyor mu bu? Tersten bakarsak, dünya nüfusunun 4’te 3’ünün hala topluluk merkezli/yatay ”gıda ağları”(çiftçiler) tarafından beslendiği, çok yaygınmış ve hatta egemen sistemmiş gibi algılatılmaya çalışılan dikey/mekanize ”gıda zincirlerinin” (şirketlerin) işe nüfusun yalnızca 4’te 1’ini doyuruyor olduğu gerçeğini9 kendimizden bile gizleyerek her ne kadar yaşlanmış olsa da henüz ölmemiş, bizi doyurmaya devam eden bir nineye kefen giydirmiş olmuyor muyuz?


”Çuvaldızı kendimize” seansına hakkını vererek devam edelim: Gıdada şirket/zincir modelini ve bunun bir gereği olarak da hibrid veya GDO tohumları, büyük ölçeği, ağır/hantal makineleşmeyi, kimyasal tarımı, kırsalın sosyolojik boyutunun erozyona uğrayıp safi hammadde deposuna dönüşmesini ve indirgemeci uzmanlaşmayı gıdanın geleceğine dair egemen ve hatta olası tek tahayyül (”kurumsal gıda” diyelim buna) olarak sunanların karşısına koyulan tahayyülün (bunun adı da ”özgür gıda” olsun) içerdiği ezbere dayalı parçalar, kendi içinde çelişkiler ve tekerlemeler yaratarak gıda direnişi hareketlerinin güçlenmesi sürecini yavaşlatıyor.


Onarıcı tarımcılar, genelde genç ve “genç ruhlu” insanlar. İnternetin yeni fenomeni olan “meme” (ingilizce bir terim: yazılı ve esprili fotoğraf/çizim) konseptini de kullanıyorlar. Keypoint, onarıcı tarımda, arazinin özel bir topografik noktasına verilen isim. “Seni bulmak…Keypoint’i bulmak gibiydi”.


Örneğin aile tipi tarımda kuşaklar arası devamlılık yok – çiftçiliğin açık ara en yaşlı meslek olması bunun bir kanıtı10, 40-50 yaş kuşağı çiftçilerde bekar erkek ortalamasının yüksekliği11 de bir başka gösterge. Kan bağına dayalı, uygun fırsatını bulanın terketmek isteyip şehirleri/merkezleri güçlendiren politikalar ”sayesinde” terkedebildiği, dışarıdan dahil olmak isteyenlere ise kapalı bir demografik yapının (kırsal ailenin) tek başına geleceğin gıda üreticileri olacağını, olmak isteyeceğini, olmayı başarabileceğini düşünmek pek gerçekçi değil. Bu çiftçilerin yaş ortalaması, iletişim araçları kullanımı, sorumluluk algısı ve alışkanlıklar gibi bir çok farklı sebeplerden yeniliklere ulaşamadıklarını ya da ayak uyduramadıklarını da hesaba kattığımızda, ”özgür gıda” gelecek tahayyülünü aile çiftçiliğinin sınırlayıcı çerçevesine hapsetmek, ”kurumsal gıda” tahayyülünün değirmenine su taşımak riskini taşıyabiliyor.


Aile çiftçiliğinin hakettiği değeri görmesini arzu eden ve yerini ”kurumsal gıda” aktörlerine bırakmasını engellemek isteyenlerin, özgür gıdanın gelecek tahayyülünde ”yeni kuşak onarıcı çiftçileri” temel aktör olarak değerlendirmeyi tartışmaya başlaması gerekiyor. Aile tipi örgütlenmeyi reddetmeden aşkın, niyet temelli topluluk12 tipi, toplumsal devinimin yüksek olduğu, günceli takip eden ve tarımda sürdürülebilirliği değil, onarıcılığı hedef alan, kendine yeterlilik ve direnç13 emeli ve ameli bulunan, dışarıya açık ve şehirdeki türeticilerle yeni kuşak ”gıda ağları” kurabilecek bir aktör bu.


Ve hızla yükselişte olan bir aktör. Ekoköyler kavramının son on yılda yaşadığı hayal kırıklığından ders alarak, konvansiyonelden bile daha düşük maliyetli ve ortalama bir organik üründen daha kaliteli bir gıdanın, ekolojik sermayeyi korumanın ötesinde hızla iyileştirerek yapılabileceğini bilen, ”Kahverengi Devrim”14 çocuklarından oluşan, kolektif yapıları ve haliyle 100 yıllık gerçekleşemeyen hayal olan ”kooperatif”leri mümkün kılabilecek, genç bir aktör. Desteklenmeye ihtiyaç duyan bir cevher.


Dayatılan gelecek tahayyülüne tepkimiz, geçmişe dönmek’le sınırlı olmak zorunda değil. Yoldaşım Volkan’ın dediği gibi, ”Babadan dededen gördüklerimizi tekrar etmek zorunda değiliz, onları terketmek zorunda da değiliz.”15


Onarıcı tarım pratikleri, kovboyluk gibi geleneksel kurumlarla kol kola yürüyebiliyor. Bu fotoğraf, Savory Enstitüsü’nün Meksika’daki gözelerinden birinden.

Foto: Marta hernandez de pedraza


Dipnotlar:

1 ABD’li akademisyen ve yazar. Berkeley Üniversitesi’nde Gazetecilik Bölümü profesörü olan Pollan, 2001 yılında yayımlanan ”Arzunun Botanığı”( The Botany of Desire: A Plant’s-Eye View of the World) kitabıyla adını duyurdu. 2006 yılında yayımlanan Etobur-Otobur İkilemi (The Ömnivore’s Dilemma) kitabı ise tam anlamıyla gündem yarattı.

2 İFOAM, International Federation of Organic Ağrıculture Movements. Türkçesi: Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu. Dünya Organik Kongresi, 3 yılda bir düzenleniyor ve organik tarım konusunda dünyanın en önemli etkinliği olarak tanımlanıyor.

3 Greenpeace Akdeniz’in ”Yemezler” Kampanyası çerçevesinde Gezici Araştırma’ya Haziran 2012’de yaptırdığı anketin sonuç raporu için: http://www.greenpeace.org/turkey/tr/campaigns/tarım-ve-gdo/halk-gdoyu-yemiyor/

4 Köylülerin yoğun tarım zehiri kullandığı örneklerin nadir-ötesi şıklığı, yerel tohum olduğu iddia edilen ya da sanılan tohumların öyle olmadığının anlaşılması, doğal üretim yaptığı düşünülen “güvenilir” şahıs çiftlikleriyle ilgili karşıt/skandal iddiaların ayyuka çıkması, toprağa ciddi zarar veren pulluğun tarımın demirbaşı olarak görülmesi, gibi örnekler verilebilir.

5 Misal, ilkokuldan kamu spotlarına kadar her yerde toprağın 1 santiminin ancak 1000 yılda oluştuğunu öğrendikten sonra, tarım yoluyla 1 yılda 4-7 santim üst toprak yaratabileceğimiz bilgisi ve bunun örnekleri, tam anlamıyla bir paradigma değişimi anlamına geliyor. Ya da insanın vücudunda toplam 10 trilyon hücre varken, sadece bağırsaklarındaki mikkrobiyota nüfusunun 100 trilyon olması ve yediğimizi beşine dönüştürme işlevinin bu “bizden daha kalabalık” mikroorganizmalarda olması, gıdayı varoluşsal bir mesele haline de getirebiliyor.

6 Şirket tipi gıda üretim zincirlerinde, gıdanın üretim süreci ve içeriğiyle ilgili bilgiler patent, ticari sir ve bazen de ”haksız rekabet” kavramını öne sürerek saklanabiliyor. Oldukça yaygın bir durum bu, şirket tipi gıda üretimlerinin alamet-İ farikası bir anlamda. ABD’de GDO’lu ürünlerin etiketlenmesine izin verilmiyor olması bu durumun başlıca örneklerinden biri.

7 Türkiye’nin farklı coğrafyalarında kırsal kalkınma konusunda çalışan 50’ye yakın kurum ve bireyin oluşturduğu, çiftçilerden akademisyenlere, aktivistlerden STK’lara kadar geniş ve katılımcı bir yapıyla önemli tartışmaların önemli bir platform. Yılda iki kere, Türkiye’nin farklı noktalarında ve farklı konularda konferanslar ve toplantılar da düzenler.

8 FAO, Food and Ağrıcultural Organization of United Nations – Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü.

9 Üstelik, gıda zincirleri kaynakların %70’ini kullanarak %30’lük nüfusu doyururken, gıda ağları kaynakların %30’unu kullanarak %70’lik nüfusu doyuruyor. ETC Grubu’nun bu konudaki raporuna ulaşmak için: http://www.etcgroup.org/content/poster-who-will-feed-us-industrial-food-chain-or-peasant-food-webs

10 O kadar ki, Türkiye’de ve AB’de, 40 yasına gelmemiş çiftçilere ”Genç Çiftçi” adıyla özel desteklemeler var. Çiftçilerin yaş ortalamasının 58 öldüğü ABD’de, tarımı seçen üniversite mezunlarının borçlarının affedilmesi/ötelenmesi tartışılıyor –http://grist.org/food/want-to-create-a-new-generation-of-farmers-forgive-their-college-debt/ )

11 Gözleme dayalı bir tespittir, elimde ve sanıyorum Türkiye’de bu konuda bir veri ya da araştırma yok.

12 İng, “İntentional communities”. Ekoköyler, ortak eko-yerleşkeler, komünler ve kolektifler gibi ortak niyet temelinde oluşturulan ve devam ettirilen topluluk yapılarına verilen isim. Konu hakkında devam eden yazı dizimi http://yesilgazete.org/blog/2014/03/11/kirsala-donus-1-basliyor/ adresinden takip edebilirsiniz.

13 İngilizce, resilience. Tarım, iklim değişikliği, gıda, enerji kavramlarının kesişim noktasında olan bu yeni kavram, sosyo-ekonomik veya ekolojik bir ”bütünün”, bütün-dişi dünyada/çevrede yaşanan krizlere karşı direnç seviyesini tanımlıyor. Sürdürülebilirlik kavramının boş gösterge (empty indicator) haline dönüşmesiyle birlikte onun da yerini alarak temel kavram haline geliyor. Daha fazla bilgi için: http://www.ecologyandsociety.org/

14 Brown Revolution – Toprak temelli onarıcı tarıma verilen isimlerden biri.

15 Anadolu Meraları’nın tanıtım videosu: http://youtu.be/aBM7LEjd9G8


 

Serinin diğer yazıları;


214 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page