top of page
Search
Writer's pictureAnadolu Meraları

Genç bir onarıcının gözünden Gündönümü Çiftliği



Hasan Palaska

Genç Onarıcılar Programı

Silivri-İstanbul


Öncelikle bu yazıyı pek objektif bir şekilde ele alamayacağımı bildirmeliyim. Nedenine gelirsek küçüklüğümden beri hayvancılığı yakından birçok kez gözlemleme şansı olan biri olarak beni en çok rahatsız eden şeylerden biri hayvanların dışkı kokusu olmuştur. Bunun sebebinin hep hayvanların doğal kokusu olduğunu düşünmüştüm. Fakat Aysun Hanım kokunun kaynağının tamamen hayvanların beslenmesiyle ilgili olduğunu yüzüme tokat gibi çarptı. İşletme gezimizin son bölümünde kurumuş tezeği eline alıp koklamak isteyen var mı deyince üreticilerin yüzündeki şaşkınlığı görmeliydiniz! Hemen koklayıp neden böyle dediğini anladım. Doğal ortamlarında otla beslenen hayvanlar toprağın doğal olarak verdiği besinlerle beslendikleri için dışkıları da toprak kokuyordu.


Birçok büyük işletmeyi gözlemleme şansı olan biri olarak, gezdiğim işletmelerde hayvanların bu kadar doğal alanlarında gibi hissettiği başka bir örneğe daha rastlamadım. Her işletme hayvan varlığının refahını önemser fakat bunu el alış biçimleri çok farklı. Doğanın belli bir döngüsü olduğu gerçeği hep göz ardı edilir. Hayvanların beslenmesinde kesif yem (fabrika yemi) ve mısır silaji (kapalı sistem hayvancılıkta hayvanların nişasta ve protein sağladığı önemli bir girdidir) olmadan hayvancılık işletmesi yürütüyorum deyince gerçekten beynimden vurulmuşa döndüm. “Nasıl yani? Üreticinin en önemli iki besin öğesini vermeden nasıl üretim yapıyorlar?” diye düşünmeden edemedim. Ufak bir önyargı oluştu ister istemez kafamda çünkü süt ve etten verim kaybı olmadan bu işlerin yapılamayacağını düşünüyordum. Ardından hayvanların açık alanda özgür ve mutlu şekilde gezdiğini görünce heyecanlanıp babama şu resmi attım. “Baba böyle bir yere geldik, hayvanlar merada yem, silaj yemeden bu şekilde geziniyorlar.”


"İlla ki ottan başka bir şey tüketiyordur bu hayvanlar"



Gezinin ilerleyen zamanlarında hayvanların otlatıldığı mera alanlarını gezerken arazinin yamuk şekilde sürüldüğünü farkettim. Sürülen bir arazide nasıl bu kadar çok ot bitebiliyor diye düşünürken Aysun Hanım, ‘Yeoman Sabanı’ndan ve sistemin nasıl işlediğinden bahsetti. Hayvanları bir nevi otları biyolojik olarak çürütme ve öğütme sistemi olarak kullanıyorlar, bu da çayırları sürekli canlı tutuyor. Bu kadar otu hiç tohum saçmadan nasıl alabildiler, ek olarak hayvanları nasıl doyurabildiler diye düşünürken hayret içinde kaldım. Sürekli alternatif beslenme kaynaklarını aradı gözlerim. İlla ki ottan başka bir şey tüketiyordur bu hayvanlar diye düşünmeden edemiyordum var olan ön yargılarım sebebiyle.

Gezimize devam ettikçe hayvanların ne kadar besili oldukları gözüme çarptı. Benim dağ köylerinde gördüğüm otlayan hayvanlar genellikle kemikleri sayılacak düzeyde olduğu için hep meradaki hayvanları biraz daha düşük et ve süt verimine sahip olarak düşünürdüm. İşletmenin veterineri Mehmet Bey’e süt verim ortalamalarını sordum ve bana 25 litre olduğunu söyle. Hayvanları kapalı sisteme hapsetmeden ve alternatif tahıl ve protein kaynaklarını doğal diyetleriymiş gibi onlara dayatmadan ve üreticinin her ay kazancının büyük bölümünü emen beslenme unsurları olmadan da bu ortalamalar elde edilebiliyor mu? Şok üstüne şok geçirdim çiftlikte bulunduğum süre boyunca. Ardından süt kalitesi için en önemli unsurlardan biri olan hayvanların temiz suya ulaşması konusunda kendi üretimleri olan sulukları ve dışkı kokusu olmayan ahırlarını gezdik. Hayvan damında nasıl dışkı kokusu olmaz yahu! Kendi çiftliğimizden dışkı kokusuna aşinayım ona mı aldandım diye kısa bir süre düşündüm.


6 aylık sandığım buzağı 15 günlükmüş


Buzağıların bulunduğu alana gidince neden 6 aylık buzağıları tek başına kafeste tuttuklarını merak ettim. Meğer o 6 aylık sandığım buzağı aslında 15 günlükmüş. Kuşkusuz sürü genetiği de önemli bir faktör bu konuda fakat yine de hayvanların doğal ortamlarında otla beslenmeleri ve mutlu bir yaşam sürmeleri buzağılara da yansıyor. Gezi boyunca Mehmet Bey’le sohbetimiz ilerledi ve onun çalıştığı süre boyunca buzağı ölümleri olmadığından ve hayvanların kolay bir şekilde doğum yaptıklarından bahsetti. Türkiye’de gerçekten ciddi buzağı ölüm oranları kaydediliyor. Üreticilerin her dönem kendi çocukları gibi özenle besledikleri hayvanları daha bir ayını doldurmadan defnetmeleri çok acı bir tecrübe. Fakat her tecrübeden bir ders almamız gerek. Aysun Hanım da yaşadığı tecrübelerini doğayla iç içe yönettiği çiftliğinde üretime yansıtmış.


Burası benim için çocukluğumdan bu yana gördüğüm, daha önce gözlemleme şansım olan işletmelerden çok farklıydı. Üretimde doğal döngülerden yararlanarak, işletmenin yönetiminden hayvanların beslenmesine kadar birçok alanda bilindik yöntemler kullanılmadan da sağlıklı hayvanlar yetiştirilebileceğinin canlı bir kanıtı oldu gözümde.


Kapak fotoğrafı: Gündönümü Çiftliği

Diğer fotoğraflar: Hasan Palaska

0 views0 comments

Comments


bottom of page